Perşembe

"Ben'i nasıl bilirsiniz?"

"Ben Hakan Akçura. Aynalarımı istiyorum."

"Ben'i nasıl bilirsiniz?"

Belki inbox'ınızda böyle bir mesaj buldunuz yakınlarda, belki televizyonda rastladınız, belki bir günlük gazetede "aynalarını isteyen" bu sese. Hakan Akçura bir sanatçı, "Aynalarımı istiyorum" ise sıradışı bir sanat etkinliği. Yaklaşık bir aydır internet, çeşitli basın ve yayın organları yoluyla şimdiye kadar yaşamında dolaylı ya da dolaysız yollarla "özne" olmuş insanlara bir çağrıda bulunuyor Akçura. Onu doğuran, yediren, aç bırakan, uyutan, uyandıran, seven, sevmeyen, kollayan, eleveren, ona sataşan, evini kiralayan, giysi satan, sigara satan, içki satan, bedenini satan, yemek ısmarlayan, pas veren, şut atan, işkence yapan, zarar veren, onunla sevişen, konuşan, yiyen, içen, aşık atan, kafa bulan, savaşan, dövüşen, dayak yiyen, işkence gören, duvarlara yazı yazan, bildiri dağıtan, ondan bu kadarını beklemeyen, mektup alan, e-mail alan, kitap alan, bir şey çalan, söz alan, kaçan, yaka silken, nefret eden herkese yapılmış bir çağrı bu. Onlardan istediği ise konusu "o" olan, ona baktıkları, onu içlerinde taşıdıkları yeri işaret eden, anlatan, yazarak, çizerek ya da "yaparak" oluşturdukları bir sayfa aktarımı, bir nesne, fotograf, kaydedilmiş video görüntü, ses ya da filmi, ona yollamaları. Kimlik vermek şart değil, önemli olan bunu doğum günü olan 27 Kasım 2000 tarihine kadar yapmış olmak. Bütün bu toplam, bütün "aynalar" bir sergi salonunda buluştuğunda etkinlik tamamlanmış olacak. Ortaya dev bir ayna çıkacak…

İnsan aynaya neden bakar?

Benim aynaya bakmaya başlamam kendi bedenimle barışmaya başladığım çok yakın bir zamanda oldu. Hayatımda hep aynalar oldu ama ben en fazla göz attım. Kadın ve erkek varoluşları ayrı sanırım bu konuda. Bir erkeğin aynada gördüğü en gerçek halidir, öyle bir göz atar ki, oradakiyle bir sır paylaşır gibidir. Kime hangi yüzü göstermeyeceklerinin iç anlaşmasını yaparlar. Ben bunu da reddettiğim yerden aynaları uzak tuttum kendimden. Kendimi aynaya daha sık bakar, "güzel" bulmak ister, beğenilecekse nerden beğenileceğime dair kendi içgözümün büyüdüğü yerden kendini görmek ister, aynaya "sevgilinin gözünü" yükler halde bulduğumda -ki bu 5 - 6 yıl öncesi-, sevindiğimi hatırlıyorum.

Aynaya bakmayı keşfedişiniz gibi, "aynalarınızı" aramak da hayatınızda bir eşiğe mi denk geliyor?

Kesinlikle. Ama iki ayrı eşik bu. Bu projeyi ilk defa zihnime düşürdüğüm zamanlar 1992'ler, yani en aynasız yaşadığım zamanlar, kendime karşı en saldırgan olduğum, kendimi en yalnız hissettiğim, içimdeki hayvanın en büyük olduğu, kesif bir mutsuzluğun yayıldığı bir dönem. Kafamı karışmamasını istediğim ara dönemlerden sonra kafamın istediğim gibi karıştıracağım bir özgürlüğün dengesinin peşinde koştuğum dönem aynı zamanda. O sıralar birkaç çok sevdiğim insana, birkaç tane de çevremde olan ama yüzümün görmek istemediği insanlara bu projeden söz ettiğimde hepsinin şaşardıklarını, ama evet dediğini hatırlıyorum.

92'den bu yana bekleten ne oldu?

Aralarda birkaç defa daha gündeme geldi. Şimdi anlıyorum ki tüm bu dönemlerin bir ortak özelliği var, her şeyin ötesinde kesif bir mutsuzluk duygusu... Hatta bugün daha keskin. Hayatımın en durgun, en ıssız, en her şeyi biliyorum diyebileceğim dönemindeyim.

Oyun oynamayı, "sanat-oyun" kurmayı seven bir sanatçı, Hakan Akçura olarak bu seferkinin biraz tehlikeli bir oyun olduğunu düşünmüyor musunuz?

Bu 92'de benden beklenebilecek bir oyundu; şimdi değil. Burada zihnimi hiç kullanmadım ben. Bu da bir tür samimiyetin peşinde olmamdan, sürekli kendime "tekin ol" diyen iç sesimden ve medyayla arasındaki zorunlu göbekbağı sonucunda medyatik ve sansasyonel olabilmesi riskinden ileri geliyor galiba.

Ortaya çıkacak "aynalar" toplamı Hakan Akçura'ya ne kadar benzeyecek?

Bu projenin ne getirebileceğine dair bütün beklentilerimi, çıkarsamalarımı rafa kaldırdım. "Ben hayattaki gerçek yansımı insanlardan görebilmek adına kalkıştığım sanat etkinliği içinde, tüm riskleri göze alarak, kendi yansımı görebileceğim kadar görmek istiyorum" demek bile bir heyecan gerektiriyor. Heyecansız değilim. Şimdiye kadar 20 ayna geldi ve her birinde hediye almışım duygusuna kapılıyorum. Amacım mı bilmiyorum ama bu projede beni kıpırdatabilecek bir enerjinin her hali sevindirici bir şey. Temkinliyim, sandığım kadar güçlü müyüm, bilmediğimi bir yolculuktayım. İnanılmaz ben-merkezci bir proje ama yansımaların hiçbirinin, benim yansım olmaması ihtimali de var tabii. Cümleyi, aynanın değil insanın, o yolladıklarının başkalarına da gösterilerek yeni bir kimlik kazanacağı üzerinden kuruyorum.

Bu yeni kimlik samimiyeti azaltmayacak mı? Yoğun sevgi ya da yoğun bir nefret duygusu dışındakiler için böyle bir risk var gibi... Kesinlikle böyle bir risk her aşamada var. Ama sadece bir yansıma değil söz konusu olan, varlık olarak kendileri de oradalar. Beni içermeyebilir ama mutlaka kendileri varlar o yapıp ettiklerinde.

Ben-merkezci bir proje olduğunu zaten kabul ediyorsunuz; bir biçimde size değmiş insanlardan bu kadar öznel bir katılım beklemek biraz "emrivaki" içermiyor mu?


Ama katılıp katılmamak onların kendi kararı; ben çağırıyorum. İsterler ya da istemezler, beni ya da diğer insanları kandırırlar ya da kandırmazlar. Bu kişisel bir serüven.

Sürecin kendisi de ayna katar bir halde zaten.

Evet, ama derdim bu değil. Sansasyonel ve medyatik olması yönündeki kaygım, beni tanımayanların, o çekirdeğin dışına dahil olanların varlığından kaynaklanıyor zaten. Böylesi total bir yüzleşmeyi, bilebildiğim kadarıyla ilk kez yapan biri olarak bütün sanat çizgimle barışan bir diğer yönü de var bu işin: dolaylı dolaysız bütün öznelerimi sanatçı olmaya davet ediyorum. Sergi benim sergim, ama her şeyi onlar yapacaklar. İşin bu yanı projedeki tek muziplik, tek oyun yanı.

Tüm beklentileri rafa kaldırmış, tüm riskleri göze almış olabilirsiniz çıkacak toplama dair. Peki tek tek öznelerin karşılaşacakları riskleri, düş kırıklığını, şaşkınlığı, o duygusal maliyeti de yüklenebiliyor musunuz? Örneğin annenizin, (olursa) bir patronunuzun, bir sevgilinizin ya da işkencecinizin ayna olarak yolladığını görmesi nasıl bir şey olacak?

Yüklenmek adına her şeyi yapacağımı biliyorum. Bu projeyi anlattığım ilk otuz kişiden benzer tonlamalarla aynı cümleyi duydum: "Ne oldu sergiden sonra intihar mı edeceksin?" Bu projenin birilerine bu soruyu sordurduğu anda gelişti annemle ilişkime dair özel duygum. Hayatımda böyle bir intihar düşüncesi yok ama annemin bunun kıyısından bile geçmesini istemem. O da sergi gününe kadar aynalarımdan habersiz olacak herkes gibi, ama herkesten daha koyu merakla girecek sergi salonuna. O zamana kadar ya benim kadar yüzleşme gücünü bulmuş olacak ya da bulması için ben elimden geleni yapmış olacağım.

Anne burada en uçtaki, en korunaklı özne aslında...

Ve gelecek aynasını en az merak ettiğim, bütün varoluşuyla bende zaten ayna eksikliği duyurmamış tek özne benim için.

Sizi daha çok heyecanlandıranlar hiç beklemedikleriniz mi o zaman?

Galiba. İnsan ister istemez kurguluyor. Bu 20 ayna arasında beni en şaşırtanı teğet geçtiğimi sandığım birinin, bir aynanın aslında hiç de teğet geçmediğimi göstereni oldu. Bunu çok yorucu bulabilirdim, bulmadım ama.

Hangi yollarla ve aşağı yukarı kaç kişiye ulaşmış olacak bu çağrı?

Şu ana kadar 60 bin kadar yerli kullanıcının adresine her birisinin söz konusu metni tüm adres listesine yöneltmesi isteğiyle elektronik posta gönderdim. Beni unutanlara beni hatırlatacak, beni okuyanları, beni görenleri, nerede olduklarını, nasıl ulaşacağımı bilmediğim insanları, hatta bu ilanın kendisini görüp de benim aynam olmayı dileyenleri içine alan bir nokta bu. Çekirdek aynalarımın dışını da kapsasın istiyorum.

Çok insana çoğaltılması isteğiniz, bir köşede teğet geçtiğiniz insan kalmasın kaygınızdan dolayı mı?

Kesinlikle. Bu ilanı çok satan bir gazetede yayınlatabilseydim. Bu yönteme girişmezdim. Çekirdek kitlenin, dolaysız öznelerimin, 30-40 bin insanın bu çağrıya ulaşabilmesinin en doğrudan yolları tv kanallları ve gazeteler. Ama toplu elektronik posta yollamak zorunda kalınca, ister istemez, bir dış halka önem kazandı. Hayatımın dolaysız öznesi olmasa bile, bu ilanla karşılaştığı yerden bana bakan ve kendinin de "ayna" olup olamayacağını soran ya da sormadan "ayna" olanlar. Bunlar da önemli artık benim için. Ayrıca uluslararası sanat ortamının kurum ve yayınlarına da ilanın İngilizcesi'yle ulaşacağım. Bunun yanı sıra İzmir (ilk kentim) ve İstanbul'da yaşantım boyunca varolduğum tüm mekanlara yollayacağım ve koyacağım flyer'lar ve afişleri bastırıyorum.

Bu serginin sonrası da yaşamınızda yeni bir eşiğe mi işaret ediyor?


Yarın cümlemin hemen hiç olmadığı bir dönemimin projesi bu; hazır bir cevabım yok!


Pınar Öğünç’ün sanatçıyla yaptığı röportaj (chivi.com)


Hiç yorum yok: